YAZMAK ÜZERİNE

Yazmak kalemle düşüncelerin anlaşarak meydana getirdiği bir eserdir. Burada kalem araçtır. Düşünce ise değişken. Kalem sabittir, düşünce ise dinamik. Duygularımız ve duyduklarımız harmanlandıktan sonra belli bir forma dönüştürerek benliğimizdeki bir parçayı görünür hale getirmektir. Ve tabii ki, öğrendiklerimiz, araştırmalarımız, hissettiklerimiz de buna dahildir.

Yazmak

Eser görünür hale geldikten sonra, yazar ile eser arasındaki bağ kopar. Her okur kendi anlayışı nispetince bir anlam yükleyerek eser ona hissettirdiği kadarıyla okura ait olur. Her okur, yazıyı kendi yorumlarıyla farklı manalar yükleyerek, yazıyı yazan kişi ile yazı arasındaki bağı koparır. Bir ad kalır, bir yazı. Yazar eserine yabancılaşır. Çünkü yazar hangi durumda ne şekilde ve okura ne anlatmak istediğini bilemediğimiz için veya eser üzerinden kendi düşüncelerimizle atıflar yaparak yazıya değer biçeriz. Hatta yazar sadece kendisi için yazmış bile olabilir. Nitekim böyle yazarlar tarihimizde varlar. Biz bu yazarların eserlerini, yazara en yakın dostlarıyla veya ailesi tarafından okuma fırsatı yakalamış olduk.

Anlattığımızı kısaca özetlersek; yazı yazanın kendi duygularını ve düşüncelerini bir araç vasıtasıyla dışarıya aktarım biçimidir. Bu biçim, dışarıya çıktığı andan itibaren, okur ile buluştuğu zaman eser ile yazar arasındaki bağ kopar. Çünkü okur eseri kendi zihni ile yorumlar.

Yazıpta altını imzalamayacağın bir şey söyleme!”

Earl Wilson

Neden Yazarız?

Yazmak bir eylemdir. Bazen bir serzeniş, bazen de bir sevinç olarak dışarıya çıkar. Başkalarına bir mesaj vermek veya içindekilerini dışarıya aktarıp kendini rahatlatma durumu. İçinde tuttukların, söyleyemediğin, biriktirdiğin duygular, düşünceler, bir yol bulur akar ve sen buna yazmak dersin. Üzüntüler ve sıkıntılar içimizde daha çok biriktiğinden dolayı, insanın içine sığamadığı anda dışarıya harfler yoluyla çıkar ve bu yüzden insan daha çok kederliyken kalemi kıpırdar. Aksi takdirde mutlu insanı görmemek için kör olmak gerek. Çünkü gözlerindeki gülümseme iki kilometre öteden görülür. Sevinci içine sığmaz, eğlenip paylaşır, paylaştıkça çoğalır ve mutluluk etrafına saçılır. Oysa acı çeken insan, büzüldükçe büzülür, toz tanesi gibi küçülür. Kendi içinde, ne çektiyse içine içine dolar, dolar, dolar.

Okur

Patlayıncaya kadar ya sıkıntıyı çözer ya da benliğinden benliklere bir yakarış, yardım çığlığı olarak yazıya çevrilir. Sen acının bir cüz ’ünü görürsün, O kül ’ünü yazmıştır. Yazar o ufacık parçadan buz dağının görünmeyen kısmını gösterir. Bunu görebilmek ve gösterebilmek her iki taraf için hem bir yetenek işidir hem de bir başarıdır. Veyahut insan bildiklerini kendiyle beraber toprak olmasından korktuğu için yazar. Düşündüklerim benim gibi toprak olup yok olmasın diyerek Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım” sözüne atıf yaparak “Yazıyorum öyleyse yaşıyorum” diyerek zamana meydan okur. Böylece yazı yazar öldüğünde de yaşar. Yazı yazarın bir parçası olduğundan yazı yaşadığı müddetçe, yazar da yaşar. İnsanoğlunun ölüme meydan okumasının dolaylı yollardan bir görüntüsüdür. Yani yazı yaşadığı müddetçe yazar da yaşar.

Yazmak Neye Yarar?

Yazmak öncelikle kendimizi ifade etmeye yarar. Bir durumun bize hissettirdiği ve bunun akabinde, içimizde biriken duyguların yüzeye çıkma halidir. Sonrasında, dışarıya çıkan kısım sayesinde vücudumuz rahatlamaya başlar. Fazlalıklar dışarı çıkmıştır. Yükler hafiflemiş ve bakış açımız genişlemiştir. Çünkü bu birikime neden olan duruma veya olaya karşı, yazı vasıtasıyla kuş bakışıyla bakma fırsatı elde etmiş oluruz. Dışarıdaki eser hem bize aittir hem de bizden ayrıdır. Yazarın dediği gibi “Objektiflik diye bir şey yoktur, sübjektifliğin farkındalığı vardır.” Bu farkındalığa ulaşmak için ilk adımı yazarak atmış oluruz. Kendimizi kendimizden kısmen soyutlayarak, yabancı bir gözün gördüğü şeylerle, kendimizi seyrederiz. Yani yazmak karşılaştığımız problemlerin çözümünde en önemli payı üstlenmiş olur. Yazarak ortaya çıkan eser, probleme bakmak ile görmek arasında köprü görevi üstlenir. Bu köprüden yürüyebilecek yeteneğin varsa, görme kısmına geçebilirsin.

“Dünyadaki karanlıkların tümü bir küçük mumun ışığını bile söndürmeye yetmez.”

Robert Alden

Yazmak rahatlama özelliğinden başka, bir oyun olarak da görebiliriz. Yap-boz oynar gibi. Yirmi dokuz harfi sıraya dizip yerlerini değiştirerek anlamlı bir eser ortaya çıkarma sanatı. Oyun oynama her insanın olmazsa olmazı. Tıpkı çocukların hayal gücüyle kâğıda resim yapması gibi; biz de yazılarımızda kendi hayal gücümüzle bir şeyler resmediyoruz. Ve bu resimler bazen bize, bazen de başkalarına yol gösteriyor, keyif veriyor veya şifa oluyorlar.

Yazının Okuyucuya Etkisi

Bu yazmak eylemini genel olarak işi yapan, eyleme döken kişiye odaklandık. Bu kısımda ise okura odaklanacağız. Yazı yazdıktan sonra okurun karşısına bir rastlantı olarak veya bilerek, isteyerek çıkar ulaşır. Okur yazıyı;

  • Bilgi amacıyla okuyabilir.
  • Ruhuna dokunacak bir şeyler arıyordur.

Veya bunların her ikisi de değil,

  • Sadece yazı da fikri olmasa da yazarı beğendiği için okur.

Okur yazıyla buluştuğun anda ve okumaya başlayınca yazı insana dokunabildiğinden, yazarın zihniyle konuşmaya başlar. Okur yazıdan karakterlere, karakterden hayal gücüne yolculuğa çıkar. Yazı ile okur arasında organik bir bağ oluşur veyahut pamuk ipliğine bağlı bir bağ. Yazar okuru yazdığı yazıya kattığı duygu kadar bağlar ve okur da bu duyguyu kendi içindeki duyguyla eşleştirirse, kilitler yavaş yavaş açılır. Zihinden zihne kelimeler akar, düşünceler dolar. Bu düşünceler okurun düşünceleriyle karışarak heterojen bir yapı oluşur. Bu yapıyı kendi düşüncesiyle yoğurarak homojen forma dönüştürür. Bu da okura ait bir şeydir. Yazarla okur arasındaki düşüncelerden oluşan daha çok okura ait bir oluşum. Çünkü değiştiren, şekillendiren okurdur. Yazar tohumunu vermiştir. Yeşerten okurdur. Ayrıca yazar bir eser ortaya çıkarırken de başka yerden aldığı tohumları kendi zihniyle yeşertmiştir. Her iki taraftan da fail hem de meful görevlerini icra etmiş ve her bedende birlikte bulunduğunun kanıtını ortaya koymuştur.

Hayatı yorumlamak

Bazı yazılar okurun kalıplaşmış düşüncesini yıkabilir. Paramparça da edebilir. Bu yeni ağaçların yeşermesine engel bir durum değildir. Buradaki ağaçlandırmadan kastettiğimiz şey; okurun kendi düşüncesini yıkarak yeni bir şey oluşturmasıdır. Bu iyi mi kötü mü okurun bakış açısıyla cevap verilecek bir durum. Ancak gözle görülen yeni bir şey var olması bizi heyecanlandırır, hoşumuza gider. Çünkü “Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir.” Olması gereken de budur. Sizce hiçbir değişikliğe sebep olmayan bir şey okumaya değer mi? Yani okumak bilmediklerimizi öğrenmek, olaylara farklı açılardan bakabilmek ve bunun farkına varmak değil midir?

Katkıda bulunmayı bıraktığınızda ölmeye başlarsınız.

E. Roosevelt

Son Sözler

Kısaca özetlersek; Öncelikle, yazmanın tanımını yaptık. Bizi yazıya götüren yollara değindik, yazının ne olduğunu ve nasıl meydana geldiğini dile getirdik. Ayrıca eser okurla buluştuğu anda nasıl yazardan koptuğunu ve okurla nasıl bir bağ kurduğunu aktardık. Sonrasında; Neden yazdığımızı anlattık. Yazının bizde bıraktığı izler ve bu izlerin bizde meydana getirdiği duygulara yoğunlaştık. Devamında; yazının insana etkisini ele aldık. İnsanı dolaylı yollardan ölüme meydan okumasının bir veçhesi olduğunu öğrendik. Yazmanın faydalarını burada anlatmayla bitiremeyeceğimizden dolayı sadece duygular, düşünceler ve bize etkileri ekseninde konuştuk. Ayrıca yazma eylemi bizim problemlerimizi çözmek için olaylara kuş bakışı bakma görevi de üstlenir veya dertlerimizi yazıya dökerek bir nevi terapi görevi de üstlenir.

Yazmak uzakları yakınlaştırır.

Yazmak Dünya’da yalnız olmadığımızı hatırlatır.

Yazmak düşünceleri somutlaştırır.

Yazmak zamana meydan okumaktır.

Yazmak şifadır.

Yazmak, yazmak yazmak…

Yorum bırakın